Suriyeli İmran

         Patlayan bombanın sesiyle irkildi.. Zaten çatlaklarla dolu olan duvarlar, üstlerine yıkılacakmış gibi sallanıyordu. Korkuyla annesine sarıldı, belki de son kez hissedecekti o sıcaklığı. Annesi de onu sımsıkı sarmıştı, kendiyle götürmek istercesine. Bağırışmalar duyuluyordu dışarıdan, tanıdık olmayan sesler.. Bir halı, bir küçük tüp ve bolca rutubet sahip oldukları tek şeylerdi tek odalı evlerinde. Kimdi dışarıdakiler, niye bağırışmalar, bomba sesleri geliyordu ki? Evlerinde çalınacak bir şey yoktu, kimseye zarar da vermemişlerdi halbuki... Babasının ölüm haberini aldığında da aynı böyle düşünmüştü.. O kötü adamlar gelip götürmüşlerdi babasını ve ölene kadar da haberi gelmemişti. Ayağına giyecek doğru düzgün bir ayakkabısı bile yoktu, elleri ve yanakları soğuktan çatlamış, mahsun bakışlı, gülmeyi bile unutacak kadar ağır bir hayatı yaşamış ama daha 7 yaşında bir cocuktu o. Yine de o kadar tatlı bakıyordu ki, sanki tüm mazlum çocukların gözlerindeki o umut, bir çift göz bebeğinde toplanmıştı. Bırakın, oyunlar oynamayı, neredeyse gülmeyi bile unutan bir çocuk. Evet, çocuk.. Ve şimdi zevk içinde yaşayan, çatlayana kadar yiyen, içen, kendinden başkasını düşünmeyen ve dünyaya eziyet eden o bencil ve aşağılık insanların, insan kanıyla beslenen, hayattaki tek amacı kötülük olan o pis bakışlı, o pis kalpli alçak askerleri, teröristleri, dünyanın bir çok yerine olduğu gibi, evet, onları da bulmuşlardı. Hoş, o bunu bile bilmiyordu. Nereden bilebilirdi ki zaten? Daha kendi suçunu bile bilmiyordu. Kendisi sefalet içinde babasız bir yetim olarak yaşarken, o kötü insanlara sahip oldukları şeyler, ondan aldıkları babası, geleceği, hayatı yetmemiş olacak ki canını da isteyeceklerdi. Tek suçu ise, mazlum bir çocuk olmaktı. Nerede olduğunun, adının ne olduğunun önemi yoktu, o bilmiyordu ama onunla beraber milyonlarca çocuk da aynı onun gibi suçluydu onların gözünde... Yiyecek bir lokma ekmeğe muhtaçtı ama kimin umrundaydı? Yaşadığına şükretmeliydi, çünkü onların gözünde o hiç yoktu zaten, yaşamaya hiç hakkı yoktu..
Ve kırılan kapının sesiyle, annesinin çığlıklarıyla kendine geldi. İçeri giren adamların bağırışları ve yüzlerindeki o nefret, o kin.. İnanamıyordu. Onlara napmışlardı da bu kadar sinirlenmişlerdi ki? Bunu düşünmeye fırsat bulamadan annesinin kanlar içinde yere yığılışını görüyordu. Yapmayın, etmeyin diye bağırsa da nafile, mazlum olarak gelmişti dünyaya, hakkı yoktu konuşmaya. Bu gün amerikalısı yarın israillisi, öbür gün İtalyanı, sonraki gün işidlisi gelip onlara istediğini yapabilirdi çünkü mazlumdu o. Kimsenin umrunda olmadığının o an farkına varmıştı. Sadece anne babasıyla birlikte olmak istiyordu fazla bir şey değildi. Biraz sıcak yemek, spor ayakkabılar, belki bir tane de oyuncak, o kadardı. Ama ona reva görülen şey, bir kurşundu. Evet. Suriyeli İmran'ın bu dünyaya dair son hayalleri, düşünceleri bunlardı. Anne ve babasının yanında yemek yemek ve oyun oynamak. Çok mu şey istiyorum diye düşündü. Artık bir önemi kalmamıştı. Sonra o ufacık bedeninden vurdular onu. 7 yaşındaydı ve yaşamadığı acı kalmamış gibi şimdi ölüyordu. Buna sebep olanları, sevinenleri ve sessiz kalanlaeı yakacak, yokedecek bir çığlığa, bir ah'a dönüştü. Gözlerini kapadı ve anne babasına kavuşmaya doğru yola çıktı. O, hiç bir zaman ölmeyecekti. Aynı hayaller ve aynı acıları birçok yerdeki mazlum çocukların içinde tekrar tekrar yaşayacaktı. Yarın afrikada, sonraki gün gazzede Kudüs'te, doğu Türkistan'da, Arakanda Myanmar da, ırakta Yemende ve daha nice yerde o tekrar tekrar öldürülecekti. Ve suçu neydi biliyor musunuz? Mazlum olmak...
                         
                                                    Ahmet Kamil

Yorumlar